18 Ocak 2019 Cuma

Eski yeni filmler

Uzun zamandır sinema yazmıyordum. Bu hafta çok seyredince içimden geldi. Enjoy:


1.Taxi Driver: Hani Baba için (Godfather) tüm zamanların number one’ı derler ya; bence Taxi Driver birincilik için kesinlikle Baba’yla yarışabilir…Sanıyorum uzun bir aradan sonra üçüncü izleyişimdi…Tam Vietnam Savaşı ertesi, çürümüş, kokuşmuş New York. Savaşta kafayı yemiş ve geceleri (benim gibi) uyuyamadığı için taksi şoförlüğü yapan Travis…Güç bela tanıştığı kızı ‘Burada güzel filmler oynuyo…’ diye direkt adult cinema’ya götürmesi falan. Psycho’luğun dibine vurulan an…’Cybill Shepard gençliğinde ne kadar hoşmuş oğlum..’ diye iç geçirme. Şimdiye kadar izlememiş olan var mıdır bilmem, ama bu film kesinlikle sadece bir film değil. BB sözü. 


2.Wild at Heart :  ‘-Bir filmi gençlikte ve orta yaşta izlemek arasında’…falan geyikleri yapmayayım ama, bunu vizyona girdiği 1990 yılında (yani 22 yaşımdayken) sinemada seyrettiğimde elbette başka türlü etkilenmiştim. Hâlâ da kendine göre bir büyüsü vardır. Lula’nın ‘Don’t turn away from love sailor’ sözü hoştur mesela. Akılda kalır. Bunda film ile meşhur olan ‘Wicked Game’ şarkısının o yıllarda arabayla gidilen Bodrum yollarının İstiklal Marşı haline gelmesi de etkilidir. Basit bir yol filmi gibi gözükse de, David Lynch’in o kendine özgü ezoterik ve arızalı anlatımı, bunun başı-sonu belli son filmi olması ve –bence- gerek Nicholas Cage, gerekse Laura Dern’in ilk ve son kayda değer performansları olması hasebiyle kaçırılmaması elzemdir.


3.Ahlat Ağacı : Nuri Bilge kardeşimize karşı hiç bir ön yargım yok. Güzel işler yaptı. Zaten o kadar ödülü kimseye laf olsun diye vermezler. Fakat (yine eşeğin kuyruğu kadar uzun olan) bu filmine maalesef ancak 72.dakikaya kadar tahammül edebildim. (belki daha sabırlı olduğum bir gün kaldığım yerden devam ederim) Bakınız niçin: Hani ilk filmlerinde Babaya çok eleştiri gelmişti ya..’Bu ne ulan, iki diyalog arası yarım saat’ diye. Ondan olsa gerek, son zamanlarda oldukça çenesi düşük bir cast profili izliyoruz. Bu, belki ‘Kış Uykusu’ndaki Haluk Bilginer ve Demet Akbağ gibi şehirli karakterler arasında çekiliyor; ancak öğretmen okulunu yeni bitirmiş tıfıl edebiyatçı bozuntusunun ağzından hiç çekilmiyor. O yamuk taşra şivesiyle, karşısına aldığı ünlü yazara on beş dakika boyunca ayar vermesi hiç gerçekçi değil. (Spoiler: Filmin bu kısmında bir Zeki Demirkubuz etkisi hissettim sanki) Gündelik diyalog diyebileceğimiz geyik muhabbetleri de öyle. Bunun sebebi de Nuri’nin bunların gerçekçi olması için aşırı derecede kasması ve bunun kendi içinde bir yapaylık meydana getirmesi. Demek istediğim, her cümlenin başına, ortasına ve sonuna sekizer tane ‘Yani, işte, ne biliim, a...koyayım’ sıkıştırmakla o cümle gerçekçi olmadığı gibi, bir yerden sonra insanı güldürmeye de başlıyor. Ki iddialı bir yapım için en büyük risktir. 


4.İl Divo: La Grande Bellezza’dan sonra Sorrentino’yu elbette hepimiz seviyoruz. O kadar ki üstad Fellini bile mezarından başını kaldırıp ‘Aferin Evladım, yüzün ak ola’ falan demiştir. Hal böyle olunca herkes Türkiye’de vizyona girmeyen ve dolayısıyla o kadar bilinmeyen eski filmlerinin peşine düştü. Tabii ki bütün filmleri Grande Bellezza değil. İl Divo, çocukluğumuzun siyah-beyaz TRT haberlerinden hatırlayacağımız eski İtalya Başbakanlarından Giulio Andreotti’nin hayatından, ezeli rakibi Bettino Craxi’yle mücadelesinden ve Mafya, Kilise, P2 Mason Locası, Gladio ve Kızıl Tugaylar cehennemine sıkışmış 70’ler İtalya’sından bir kesit sunuyor. Elbette bu kadar konu, iki saate sığdırılamayacağı için, ekranda Aldo Moro cinayetini merkeze alan bir çeşit Masalcı Dede izliyoruz. Herşeyi kendi üslûbu (ve elbette kendi bakış açısıyla) anlatan bir Andreotti. Herşeyi anlatmıyor tabii. 34 yaşında pankreas kanserinden ölen ünlü porno yıldızı Moana Pozzi’yle olan ilişkisi gibi örneğin (Fakat BB bilir elbette) İtalya’nın dünü ve bugününü anlamak isteyenler (ağır tempolu siyasi melodramlardan sıkılmıyorlarsa) mutlaka izlesinler. 


5.Dalida: Biyografileri ve dönem filmlerini çok sevdiğim halde, yarıda bıraktığım bir başka film daha. Dalida hoş kadındı elbette, fakat inanılmaz derecede demode ve uyuntu bir müziği var. Julio Iglesias’ın kadın versiyonu gibi bir şey. Internet olmadığı için albüm satışlarından büyük paralar kazanılan bir devirde ve üstelilk Janis Joplin’lerin, Doors’ların, Deep Purple’ların esip gürlediği bir çağda, nasıl olup da yüz küsur milyon plak sattığına insanın akıl sır erdirmesi mümkün değil. Benim hafızam ki çok güçlüdür: Dalida dediğin vakit aklıma ‘Salma Ya Salama’ dan başka hiç bir şey gelmez. Şapkalı, güneş gözlüklü, ‘Çekmeyin kardeşim’ diyen o eski usül Celebrity’lerin bolca aşk, hayal kırıklığı ve göz yaşı dolu tatminsiz hayatları…Beyler biraz sıkılabilir.    


6.Aquaman:  Diva ünvanını sonuna kadar hak etmiş gönüllerinmizn sultanı Nicole Kidman’ın meslek hayatının sonbaharında, sırf para için böyle çer-çöp işleri kabul etmesi ne kadar üzücü. Neden sonbaharında? Çünkü o hep güzeli oynadı. Ellisinden sonra yaşlanmayı kabul edip, bir Glenn Close, Judie Dench veya Meryl Sreep gibi, buruşuk teyzeyi (ya da kayınvalideyi) oynaması mümkün değil. Bazı filmlere yaş sınırı koyarlar ya. Buna da üst sınır getirilmesi lazım. 12 yaşından büyükler giremez şeklinde. On kilometre uzağından bile geçmeyin


By: Barış Bilen